Katıksız b*k anlamına geliyor grunge. Kendisini oluşturan Generation X'ten önceki kuşağın tamamen ters özelliklerini taşıyor. Gerek müzik, gerek yaşayış bakımından. Temiz bakımlı saçlara karşılık yağlı ve bakımsız saçlar, hedefleri olan ve bunlara ulaşmak için çabalayan ün meraklısı insanlar yerine amacını bilmeyen kararsız şan şöhretle dalga geçen underground'dan çıkmamak için inat eden bireyler... İşte bu insanlar '70lerde doğan Generation X'i oluşturdular. Grunge da aynı bu kuşak gibi karamsardı ve otoriteleri umursamıyor ağzına geleni söylüyordu. Müziğini basit olarak tanımlamak gerekirse, punk ve metalin karışımı denilebilir. Bazı gruplar punk'a bazılarıysa metal'e daha yakındı. Ancak hepsinde grunge ruhunu hissetmek mümkündü. Kirli, distortion'lu gitarlar, neredeyse hiç duyulmayan bass grunge'nin genel özellikleri. Bu müziğin doğduğu şehir olan Seattle'de ise Generation X özellikleri belirgin şekilde görülüyordu. İlk grunge grubu sayılan Green River, tek albüm çıkarmasına ve bir başarı yakalayamamasına rağmen Seattle için önemli bir gruptu. 1983te kurulup 3 yıl sonra albüm çıkaran grup, solist Mark Arm'ın underground'da kalma istemesine karşılık basscı Jeff Ament'in kariyer düşkünlüğü sebebiyle ayrıldı. Grunge kelimesini ilk kullanan kişi olarak bilinen Mark Arm, günümüze kadar gelen Mudhoney'i kurdu. Ticari başarıları olmamasına rağmen en önemli gruplardan biri oldu. Jeff Ament ise Green River gitaristi Stone Gossard ve Malfunkshun solisti Andrew Wood ile birlikte Mother Love Bone'yi kurdu. Daha sonralarda Andrew Wood'un aşırı dozdan ölümü üzerine bu ikili Pearl Jam'i kurdu. Bu sıralarda Alice In Chains, Soundgarden, Screaming Trees, Nirvana ve başka birçok grup kuruldu ve Seattle bir anda grunge şehri oldu. Generation X'in özelliklerinin belirgin şekilde görüldüğü şehirde uyuşturucu, alkol, esrar ve seks gibi insanları karamsarlıktan biraz olsun uzaklaştırabilecek şeyler oldukça yaygındı. Müzikte bunlardan biriydi. 90'lı yıllara gelindiğinde grunge'ın artık özellikleri ciddi şekilde belirginleşmişti. 1991'de Nirvana'nın çıkardığı Nevermind ve Kurt Cobain'in pop şarkısı olarak nitelendirdiği Smells Like Teen Spirit, kimsenin beklemediği şekilde büyük bir başarı elde etti. Hatta rekorlara bile imza attılar. Ayrıca bir anda grunge'ın popüler bir müzik olmasını sağladı. Bazı gruplar büyük paralar kazanırken bazıları underground'dan memnundu. Kurt Cobain ise bu akımın öncüsü konumuna gelmişti. Kısa bir dönem listelerde kalan grunge, Kurt Cobain'inde ölümüyle çıkışı gibi hızlı bir inişe geçti ve popüleritesini kaybetti. Bazıları yoluna devam etti, bazılarıysa bıraktı. Ama hiçbiri özelliklerini kaybetmedi. Başta ün meraklısı olan Jeff Ament'in grubu Pearl Jam bile kasıtlı olarak albümlerini sattırmadı ve uzun yıllar klip çekmedi. Sonralarda birçok grubun müziğini etkiledi grunge. Günümüzde listelerde arasak bir şarkı bulamayız belki ama bu grunge'ın öldüğü anlamına gelmez....
Grunge, Seattle'da ortaya çıkan bir alternatif rock müzik türü ve hayat tarzıdır. Sözlük anlamı "kirli, dağınık" olan Grunge'ın isim babası ise Mudhoney solisti Mark Arm'dır
1980'lerin sonu 1990'ların başında popüler olan bu müzik akımı, 1991 ve 1994 yılları arasında en yüksek popülariteye ulaşmıştır. Amerika'da X Kuşağı ile ilişkilendirilmektedir. Kurt Cobain, grunge'ı, üç çığlık ve bir akor olarak tarif ediyor. Nirvana'nın dışında Pearl Jam, Soundgarden, Temple of the Dog, Alice in Chains gibi gruplar bu türün öncüsüydüler. Sharon Stone da 90'lı yılların yeni ruhunu, 'Sliver' filminde; hafta sonu için Pearl Jam konserine bileti olduğunu söyleyerek bir cümlede özetlemiş oluyordu. 90'lı yıllarda Holywood filmlerinin ana teması "Amerikan rüyası" idi. Bu rüya, gerçekte kayıp kuşak diye anılan Generation X'in yerine sahneleniyordu. Çünkü sistem bu kuşağı görmezden geliyordu. Bu rüya için yollara düşen gençler yıllar sonra aslında rüyadan ziyade bir gerçekle karşılaştılar, ama onların kafası o gerçeği anlayacak kadar bile ayık değildi. Bu karşılaşma çoğu zaman onların sonu demekti.
Müzik tarzı olarak grunge Punk'dan daha ağır Heavy Metal'den daha melodikdir. Grunge'ın başkenti olarak Seattle kabul edilir. Alice in Chains, Nirvana, Mudhoney gibi grupların doğuş yerleri Seattle'dır.
Seattle'lı gruplar, hardcore gelenekle gerçekleşen gelişme sonunda punk-rock'ın karışımıyla grunge'ı meydana getirmişlerdi. "Grunge" akımının imgeleri; ormancı gömlekleri ve yırtık kotlar, punkvari, duygulu ama akordsuz vokaller, neredeyse hiç yıkanmayan saçlar ve grup adı olarak genellikle bir ev eşyası. Seattle şehri punk-rock karışımı müzik ve üst üste giyilen tişörtlerin yanısıra uyuşturucu ile de anılır olmuştu. Eroin, gençler arasında müzikle birlikte çok hızlı yayılıyordu. Seattle'ın efsane adamı Andrew Wood da aşırı dozda uyuşturucudan ölmüştü. Gençlerin geleceği de böyle olacağa benziyordu. Sanatçılar, sanatsal üretime katkı amacıyla bir uyarıcı olarak afyon kullanıyorlardı. Genellikle uyuşukluğa, alkolizme bağımlı bir hayran kitlesi vardır "grunge"ın. Hatta uyuşukluk da bir erdemdi ve "En iyi besteler kafayı bulmuşken yapılırdı.".
Grunge'ın temelinde tutku, nefret ve şaşkınlık vardı. Seattle bir liman kentti ve kerestenin merkezlerinden birisiydi. Halkın büyük çoğunluğu ormancı ya da bu işin yan mesleklerinde çalışıyordu. Ormancıların işlerini bitirdikten sonra şehre gelmeleri ve orada hayat kadınlarıyla buluşmaları Seattle'lı gençlerin potansiyel "gayrımeşru çocuk" olma baskısı altında yaşamalarına neden oluyordu. Gençlerin bir şekilde grup kurup, hem eğlenip hem de müzik yaparak bu şehirden ayrılmak istemelerinin temelinde de bu yatıyordu. Büyük bir müzik dağıtım şirketiyle anlaşma yapmaları durumunda ise dünyalar onların oluyordu. Seattle, Amerika'nın varoşu konumundaydı. Bu insanlar, dünyada hiç kimsenin bu insanlardan haberi yokken, ve bu insanların da dünyanın kalan diğer kısımlarında ne olup bittiğinden haberleri yokken bir şekilde kendi müziklerini sadece kendi beğendikleri müzikleri yapıyorlardı.
Dünya niçin buraya ilgi göstersin ki? R.E.M o yıllarda çok büyük bir çıkış yapmıştı ve bütün dünya onunla ilgileniyordu. Bu Seattle'lı grupların kendilerini en iyi ifade edebilecekleri ve en mutlu hissettikleri müzikleri yapmalarına engel değildi. Belki böylesi daha iyiydi. Ama işler böyle gitmedi, dünya müzik devi Geffen'in sahibi David Geffen'in zevki daha geçerliydi ve bu ruhu, paraya dönüştürmenin zamanı gelmişti. Çünkü 90'ların başında çökmeye başlayan pop rock dünyasına "nasıl ivme kazandırsak?" diye düşünüyordu. Ve müzik endüstrisi Seattle'a bir şube açtı ve makine burada da iyice yerleşti. Pearl Jam, Soundgarden, Temple of the Dog, Alice in Chains gibi gruplar bu türün öncüsüydüler. Ve onlar gibi birçok grup vardı. Ancak bir çoğu piyasalaştılar. Bunun sonucunda da ruhlarını kaybettiler ve yok oldular. Bu makine teker teker müzisyenleri içine çekiyor, gençliğin ruhu "Smells Like Teen Spirit" paraya dönüşüyordu.
1992 yılından sonra, Seattle'da bir müzisyen göçmeni dalgası yaşandı. Şehre akın eden müzisyenler, Seattle'ın yerel ruhunun, yani temel özelliklerinin kaybolmasına neden oldu. Zaten pek yerel grup da kalmamıştı. Çoğu, büyük müzik şirketleriyle anlaşmalar imzalayarak çevreden merkeze kaymışlardı. Yani, underground nitelik kaybolmuştu...